1 mayıs açıklamalar adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya bağcılar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa belçika belgesel beşiktaş beykoz boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri çağlayan çanakkale çayan çayan mahallesi çekmece çerkezköy dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler FOSEM Fransa galatasaray gazi Gebze gençlik gerilla giresun gözaltı grup yorum gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet Hacıahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda Isparta idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere İngiltere istanbul isveç isviçre İsviçre işçi meclisi italya izmir kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kınık kıraç kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba küçükçekmece kültür sanat kütahya lubnan malatya maltepe Maraş mardin Mektuplarımızla Tecriti Kıralım mersin muğla Muharrem Karataş munzur nurtepe okmeydanı ortaköy ömürtepe örnektepe piknik Polonya radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma Sevgi Erdoğan Vefa Evi siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler şiir şiirler şişli taksim tavır dergisi TAYAD tekirdağ tiyatro Tokat trabzon tuzla türkiye UTMP videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi Zürich

Duesseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesindeki 3 Türkiyeli Devrimcinin 55. Duruşma Görüldü

21 Kasım tarihinde Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli’ye karşı Duesseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesinde yürütülen dava görüldü.  

55. duruşma aynı zamanda karar duruşmasından önceki son duruşmaydı.

 21 Kasım’daki duruşmada asıl olarak Özgül Emre 20 Kasım’da başladığı ve Almanya’da “son sözler” diye tabir edilen savunmasını yaptı.

Onun ardından Serkan Küpeli sadece “avukatlarıma katılıyorum” dedi ve duruşma bitti.

 Yaklaşık 3 saat süren duruşmada, Özgül Emre terörizm kavramını mercek altına aldı.

Terör kavramının çok muğlak olduğunu, net bir tanımlaması olmadığını dile getirdi.

Kavramın köklerini, geçmişte ve bugün nasıl kullanıldığını izah etti.

Bugün artık emperyalizm ve faşizm terör listeleriyle kişiler veya özgürlük mücadelesi veren örgütler terörist ilan ediliyorlar.

Emperyalistler ihtiyaçlarına göre, terör listesine alıyor veya çıkartıyor. Mesela ABD kendi eliyle kurduğu El Kayde’ye ihtiyacı kalmadıktan sonra terörist ilan etti, dedi.  

Terörü bahane ederek, iktidarların değiştirildiğini. Bu bağlamda uluslararası kabul gören direniş hakkının ret edildiğini belirtti. Özgül Emre terörizm bölümünü gerçek teröristin çocuk katili Erdoğan olduğunu söyleyerek bitirdi.

Bölümü bitirdikten sonra, ayrıntılı bir şekilde gazeteciliğini anlattı.  

1999 yılından beri gazetecilik yaptığını ve Türkiye’deki gazeteciler cemiyetine üye olduğunu, 2018’den beri Alman Gazeteciler Birliğine üye olduğunu.

Gazeteciliğini hapishanede sürdürdüğünü, 2 yayınlanan şiir kitabı olduğunu, bir tanesi basıma hazır olduğunu. Hapishanede mütevazı imkânlarıyla 4 sayıda “yasak adalet” isimli dergi çıkardığını;

Gazeteciliğin her aşamasından geçtiğini; karanlık odada fotoğraf yıkamaktan, matbaa aşamasına kadar. Gazeteciliği bilirim, sadece kamera taşımadım, çünkü onlar eskiden ağırdı dedi.

Gazetecilik faaliyeti yaparken takip edilmesinin yasadışı olduğunu. Gazetecilik faaliyeti çerçevesinde hangi yasaları deldiğini, hangi halk düşmanı yazılar yazdığını sorguladı. Ayrıca siyasi gazeteci olduğunu, illegal örgütlerin liderleriyle röportaj bile yapabileceğini, bunun onun mesleki başarısı olacağını belirtti.

 Savunmasının ikinci bölümünde, “ben kimim” sorusuna yanıt vermeye ayırdı.

Almanya’da doğup büyüdüğünü, ama ailesinin iyi yaşam koşularına rağmen Türkiye’ye temeli dönmeye karar verdiğini anlattı.

Dersim’e dönemediklerini çünkü devlet dönebilecek bir köy bırakmadığını belirtti.

Faşist devletin 1938’den köy yakmalarına kadar Dersim’e yönelik baskılarına ve zulmüne de detaylı girdi. Ananesinin köyünün aslen Ermeni köyü olduğunu, ama sonra isimi devlet tarafından değiştirildiğini. Çünkü Türkiye’de Ermeni olmanın en büyük suç ve kelime olarak hareket olduğunu anlattı.            

Bunları okul kitaplarının anlatmadığını. Yoksulluğu ve baskıyı okul kitaplarından öğrenemediğini belirtti.

Ona ana dili olan zazaca yı öğretmediklerini, ailesi devlet tarafından sindirildiği için daha çok iyi Türkçe ve İngilizce bilmelerini yeğlediğini anlattı.

Alevi olmasına rağmen, yetiştiği mahallede İslam’ın etkisinin büyük olduğunu belirtti.

Alevi kimliklerinden dolayı şiddet ve polis baskısına maruz kalmışlar ve dini ibadetlerini açıktan uygulayamamışlar. Zaza olan kendisi her sabah okulda “ Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” ile başladığını, ulusal, inançsal ve sınıfsal kimliklerimiz yok edildiğini belirtti.

 Sonrasında yaşadığı derin yoksulluğu anlattı, emek sömürüsüyle öğrenciyken çocuk yaşta tanıştığını söyledi. Okul kantininde teneffüs aralarında çalıştığını, hafta sonları pazarlarda veya futbol maçlarında su sattığını, üç aylık yaz tatillerinde ise merdiven altı denilen kaçak tekstil atölyelerinde en son sekreterliğe kadar değişik işlerde çalıştığını söyledi.

 Kürt ve Alevi olduğu için onların devlet açısından “kılıç artığı” olarak görüldüğünü.

Alevilerin yaşadıkları zulmü Sivas ve Maraş katliamını uzun uzun anlattı. Sivas katliamını televizyonda izlerken, kendisinde ve ailesinde yarattığı duygusal tahribatı dile getirdi: “Alevin ateşi televizyon ekranından bize ulaşıp kalbimizi tutuştururken, bedenlerimiz dona kalmıştı, bizlerin yaşayıp yaşamadığına cevabı gözlerimiz veriyordu. Dehşete dalmış gözlerimiz, yanan kalplerimizden sızan gözyaşlarımız.
Yüzyıllar geçmiş, iktidarlar değişmişti ama zülüm el değiştirse bile şekil değiştirmemişti.”

Sonrasında kendisinin ve ailesinin yaşadığı derin duygusal yaraları dayısının devlet tarafından katledilmesini anlattı.

Dayısının yaşadığı ağır işkencelerden geçmiş. Ve sonrasında infaz edilmiş:

“İki yıl sonrasında yargısız infazda dayım katledildiğinde ise daha 14 yaşında bir çocuktum. Morga girenler arasına karışmıştım. 14 yaşındaki bir kız çocuğu morga girer mi diye sormayın, çünkü biz zaten o yaşta ölümle yaşıyorduk, dolayısıyla ölülerin o halini görmek olağanüstü bir şey değildi. Soğuk, sayısını hatırlayamadığım cesetlerle dolu bir morg. Dayımın delik deşik edilmiş bedeninden kan çekilmiş, donmuş buz gibi bedenine sarıldığımda.”

Özgül Emre detaylı Türkiye’deki işkenceleri ve baskıları, duygusal bir şekilde anlatmayı sürdürdü. Kısa bir aktarım yaparak diğer bölüme geçiyoruz:

“Faşizm çocuk, kadın umursamıyordu, faşizmin dini-imanı da yoktu. Gücünü çocuk bedenlerinde kanıtlıyordu.
Hiç işkence gördünüz mü?
Veya sizin çocuklarınızın başına hiç bunlar geldi mi? Devletin, emniyet müdürlüğünden, devletin polisinin gözlerimizi bağlayıp yaptıkları işkenceyi değil yaşamak, seyretmeye aklınız kalbiniz dayanır mı?
Belki de kanal değiştirir, gözlerinizi kapatırken bu anları görmemek için, benim gibi çocuklar bunu yaşadı ve daha da önemlisi, Türkiye’de bunlar yaşanmaya devam ediyor.
İşkencenin, tacizin bir çocuk bedeninde yarattığı izler sadece fiziki değil, asıl olarak daha da ötesine işler.”

Baskılar ile direnişin iç içe olduğunu anlattı. Burada da Alevi kimliğine atıfta bulunarak örneklerdi:

bir tarafı buysa, diğer tarafı da bu sömürü ve zulme karşı halklarımızın direnişiydi...
“Ben burada direnmezsem, yarın kimse direnmez” diyerek çocukları, eşi ailesiyle birlikte Susuzluk ve kılıç darbesi ile katledilirken bile onurunu koruyan imam Hüseyinlerle büyüdüm. Baba İshak’ların “ toprakta tohum da hakça” diyerek eşitlik için değişik din ve dilden halklara ortak direnişi sonrasında kale burçlarına nasıl asıldığı vardı bizim hikâyelerimizde.
Dönemin sayılı âlimlerinden olan, dönemin padişahına danışmanlık da yapan Şeyh Bedrettin’in halkına yüzünü dönüp bilgilerini “ yarın yanağından gayrı, her şeyde hep beraber” diyerek komün-ortaklar düzenini kurmuştu. Osmanlı’nın zulmü ile düzen bozulsa, katledilseler de şiarları bugüne taşınmıştır.

Ben kimim bölümünü kim olduğunu, dini, mezhepsel ve milliyeti üzerinde anlattıktan sonra, kim olmadığını da belirtti:

Kızılderilileri o katletmemişti, Vietnam’da Napalm bombasını o atmamıştı, Arjantin’de 10 binleri katletmemişti, Şili’de stadyumda işkence yapmamıştı, İrak’ı kan gölüne çevirmemişti, El Kayda, IŞID’ı o yaratmamıştı, Gestapo, SS değildi, Maraş’daki katliamı o yapmamıştı, 12 Eylül darbesini yapmamıştı, Ankara’daki kanlı Pazarı o yapmamıştı, Soma’daki 300 işçiyi o katletmemişti.

Katliamları, işkenceleri, hırsızlığı, tecavüz, sömürü, işgali o yapmadı.
Terörist değildi.

 Peki kimdi?

Anadolu’nun Amazon kadınlarından, hakikat bacıları, Rosa Luxemburg, bugün Gazze’li çocuk, dün gaz odasında katledilen Anne Frank. Gerçek adı Zoya olan Partizan Tanya, Dersim’de katledilen Zarife, Sofie Scholl.

Ezen ve ezilenin olduğu yerde, onun yeri belliydi.

Kürt, Alevi ve sosyalist gazeteci.

Şöyle sürdü:

“Büyük suç işlemiştim halkların kardeşliğini isteyerek,
Büyük suç işlemiştim hırsızlığa, yağmaya, talana karşı çıkarak,
Büyük suç işlemiştim halklara adalet ve ekmek isteyerek.
Daha da büyük suç, yalanlara karşı gerçekleri haykırmış, bu da yetmemiş, bu gerçekleri geniş kitlelere taşımak için saflarda yerimi almıştım.”

Bir diğer suçu da “kadın” olmak:

“Kadın ölümlerinin her gün gazetelerin üçüncü sayfalarını doldurduğu ülkede kadının yeri yoktu. “elinin kiriydik”, “eksik etek”, “saçı uzun ama aklı kısaydık”. Kadın ve Çocuk ölümlerinin devlet denetiminde gerçekleştiği, sonrasında da hukukla aklandığı ülkenin insanlarıydık bizler”

 Mahkemeye bizden terörist yaratamazsınız. Terörist NATO ve ABD emperyalizmidir dedi.

 Mahkemenin 129 a +b maddesine göre değil de, onun üstünde bulunan anayasa ya uygun karar vermesini. Türkiye halkları lehine karar vermesini istedi.

 Akabinde mahkemeden taleplerini sıraladı:

1-Dava düşürülsün

2- Kendisi ve dava arkadaşları serbest bırakılsın

3-2,5 yıllık tutsaklığı için maddi ve manevi tazminat

4-1938 yılındaki Dersim katliamı Alman gazıyla yapıldığı için, Almanya’dan bunun için tazminat

5- Tayyip Erdoğan’ı Kürtler ve Alevilere yaptığı katliamdan dolayı uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasını

6-Tayyip Erdoğan’ın Sivas katliamı sanıkları arasında bulunmasını

7-Almanya’da yaşayan Sivas katliamı sanıklarından Murat Sungur’un yargılanmasını.

 Karar duruşması Pazartesi, 25 Kasım saat 13.30’da görülecek.


[blogger]

Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.